Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri belirlenirken siyasiler tarafından belirlenen ölçütler ağırlıklı olarak, kişi başına düşen milli gelir, sermaye, sağlık hizmetleri, eğitim, işsizlik, yol, su, enerji ya da iyi yönetim gibi ekonomiye dayalı göstergeler ön planda tutulur. Bu göstergeler ülke geneli için düşünüldüğü gibi içerisinde yaşadığımız şehrin yöneticileri tarafından da farklı ortamlarda sık sık dile getirilip bu yıl şu kadar kilometre yol yaptık, şu sanayinin temelini attık, şu kadar kaldırım döşedik ibareleriyle anlatılıp durur. Hiçbir yöneticinin aklına bu yıl müze binamızın inşaatını tamamladık, tiyatro festivali yaptık, konserler organize ettik, ya da sanat fuarını başarıyla tamamlayıp, galeri açtık demek gelmez. Ülke genelinde bol bol, kiraz, sarımsak, çilek, muz, hamsi vb. festivaller düzenlenip bakanlıklardan yapılan bu festivaller için ödenek alınmaya çalışılır.
Ekonomik göstergeler gelişmişlik düzeyini belirlemede kuşkusuz önemlidir. Ancak unutulmaması gereken bir diğer gösterge beklide en önemlisi, toplumdaki kültür ve sanat merkezlerinin sayısı ve bu mekânlardaki etkinliklere katılım oranı, biçimi ya da yoğunluğudur. İçerisinde yaşadığımız Konya, bugün bir milyon nüfusu ile, bölgenin önemli şehirlerinden biri, ekonomik alanda hızla gelişen bir il. Özellikle son yıllarda sanayi bölgelerinin gelişmesi, alt yapının tamamlanması, alış veriş merkezlerinin hızla artması ve ekonomik olarak kentin büyümesi gözle görülebilir durumda. Ben kendi kendime soruyorum, 22 yıldır Konya’ da akademisyen olarak çalışan ve kültürel- sanat faaliyetlerin içerisinde olan biriyim. Yaşadığım kentte kaç müze açıldı? kaç tiyatro var? kaç sanat fuarı düzenlendi? kaç tane sanat galerisi var?. Bu soruları çoğaltmak mümkün. Ama ben kısaca cevap vereyim. 22 yılda hiç müze açılmadı, ikinci bir tiyatro binası kazandırılmadı, hiç sanat fuarı düzenlenmedi. İşlevselliğini kaybetmiş Devlet Güzel Sanatlar Galerisi dışında, şahısların gayretleri ile açılan ve kısa zamanda kapatılan bir iki özel sanat galerisi dışında hiç sanat galerisi açılmadı.
Konya’da birçok yönetici, siyaset adamı konuşmasına “Selçuklu medeniyetine başkentlik yapmış Türkiye’nin en önemli marka şehri” diye sözlerine başlar. Doğrudur, bir dönem Konya’da Hititler, Lidyalılar, Persler, Selevkoslar, Romalılar, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar yaşamış. Üzerinde barındırdığı her medeniyetin bıraktığı izlerle zengin bir kültüre sahip olmuştur. Selçuklunun başkentliğini yapması, bu dönemde dünyanın ilim ve sanat merkezi özelliğini kazanmasını sağlamış, Türk-İslam Dünyası’ nın her tarafından gelen bilim ve sanat adamları Konya’da toplanmışlardır. Bahaeddin Veled, Muhyiddin Arabi, ve Mevlana Celaleddin Rumi, Sadreddin Konevi, Şemsi Tebrizi, Kadı Burhaneddin, Kadı Siraceddin, Urmemi gibi bilgin mutasavvıf ve filozoflar kıymetli eserlerini Konya’da hazırlayarak, dünyaya ışık tutmuşlardır. “Varka ve Gülşah” burada yazılıp minyatürleşmiştir. Biz bunlarla ne kadar övünsek azdır. Ya yüz yıl sonra torunlarımız bizim bugün geçmişimizle övündüğümüz gibi bizlerle övünebilecekler mi? Biz onlara hangi kültürü hangi medeniyeti bırakacağız. Üretmiş olduğumuz hangi sanat eserlerini yetiştirdiğimiz hangi sanatçıları onlara övünmeleri için sunacağız?
Konya’da geçirmiş olduğum 22 yıllık zaman zarfında bir çok kereler bu ve buna benzer şeyleri gerek yazılı basında gerekse görsel basında dile getirmeye çalışıp, bir milyon nüfusa sahip Konya’nın en az 8-10 özel galerisinin olması gerektiğini ve bu galerilerin özel şahıslar tarafından açılmasa bile kamu kurum ve kuruluşlarının, iş adamlarının desteğiyle açılarak yaşatılması gerektiğini vurguladım. Metrepol’ün 2. sayısında “Konya Kültür ve Sanat Ortamı”nı yazıp devletin kültür ve sanat alanında yapılan sponsorluklara vergi muafiyetinden bahsettim. Galiba bunların eksikliğinin farkında olan birisi olarak yazamaya ve söylemeye de devam edeceğim. Zira, Ulu Önder Atatürk’ün de dediği gibi “Toplumların gelişmişlik düzeyi sanata verdikleri önemle ölçülür”.
Her neyse bu kadar karamsar olmanın da anlamı yok belki de. Birazda yapılan güzelliklerden bahsetmek gerekir diye düşünüyorum. Geçtiğimiz hafta, (26 Kasım 2012) kapımı çalan eski bir öğrencimizin MEDAŞ sanat galerisi sorumlusu olarak göreve başladığını ve “GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRK RESİM SANATINDAN ESİNTİLER” adı altında bir koleksiyon sergisiyle galerinin 1 Aralık günü açılışının yapılacağını öğrendim. Hafta sonunun gelmesini sabırla bekledim ve düşündüm. Nihayet bir özel teşebbüs İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentleri bırakıp, Konya’yı hatırlamıştı. Belki sokaktaki bir çok insanın eksikliğini hissetmediği, ne gerek vardı canım Medaş işi gücü bıraktı da sanata mı el attı diyebileceği bir projeye imza atmıştı Medaş. 1 Aralık Cumartesi günü heyecanıma yenik düşüp açılıştan iki saat önce galerinin yolunu tuttum. Galeriye girince oh be demekten de kendimi alamadım. Nihayet Konya hak ettiği bir sanat galerisine yıllar sonra da olsa kavuşmuştu. Galeriye muazzam emek çekilmiş. Anlatmakla olacak bir şey değil. Bence zamanı geçirmeden sanata ilgi duyan ya da duymayan herkesin, özelliklede yöneticilerin iş adamlarının, parasının çok olup gücünü sağda solda hava olsun diye anlatan kişilerin bu örnek davranışı yerinde görmeleri gerekir. Gerekir ki kendilerinde de sosyal sorumluluk neymiş sorgulasınlar. Belki Medaş’ın bu davranışını örnek alıp sanata destek olmaya karar verirler.
Tabi galerinin güzelliği, sanat eseri sergilemek için el verişliliği bir yana asıl önemli olan içerisinde yer alan sergi. Belki Konya ilk defa bu kadar zengin, bir o kadarda farklı sanatçıların eserlerine toplu olarak ev sahipliği yapıyor. Öğrencilerime derslerde bir müzenin öneminden bahsederken hep şunu söylemişimdir. “Bizim ilk kuşak sanatçılarımız kendilerinden önce yapılanları bir arada görme şansı elde edemedi. Zira onları toplu olarak görülebilecekleri bir müze yoktu. Bu nedenle geçmişte ne yapıldı, şimdi ne yapılıyor, ben neler yapabilirim düşüncesi içerisine giremeden üretip durdular. Öyle bir zaman geldi ki Batıdan alınan sanatı Batıya öğretmeye kalktılar. Müzelerin açılmaya başlaması ile birlikte Türk sanatını sorguladılar ve kimlik arayışına girdiler”. Medaş Sanat Galerisi’nde açılan bu sergi sanatla uğraşan herkes için Türk resmini sorgulayabileceği küçük bir müzeyi andırıyor. Başlangıçtan günümüze en seçkin sanatçıları ve eserlerini görmek mümkün. Kimlerin eseri yok ki sergide. Halil Paşa, Dr. Ahmet Hikmet Hamdi Bey, Hoca Ali Rıza (Ekolü), Trabzonlu İlyas Kulları, Mehmet İhsan Efendi(Sarıdoğan), Şevket Dağ, Sami Yetik, Kadri Aytolon, Mehmet Ali Laga, Nazmi Ziya Güran, İbrahim Çallı, Fuat Soyhan, Celal Esat Arseven, Nazmi Dayan, Naci Kalmukoğlu, Cevat Erkul, İbrahim Safi, Saim Özeren, Cevat Dereli, Celal Uzel, Kemal Zeren, Sabiha Rüştü Bozcalı, Şemsi Arel, Petro Keşişyan, Abdullah Çizgen, Salih Nuri Urallı, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Fahir Aksoy, Avni Abraş, İbrahim Balaban, Naile Akıncı, Turan Erol, Ozan Sağdıç, Devrim Erbil, Burhan Uygur, Komet (Gürkan Coşkun), Zekâi Ormancı, Habib Aydoğdu ve Faruk Cimok.
Konya’ya böylesine seçkin bir galeriyi ve tüm bu sanatçıların eserlerini bir arada bizlere, öğrencilerimize ve Konya’lı sanatseverlere kavuşturan, MEDAŞ yetkililerine sonsuz teşekkürler. Eleştirel bir dille yazdığım bu yazımın yeni kapıların açılmasına vesile olması dileğiyle…