15 Apr

“Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtıvak’asını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuranı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.”



Kaldığımız yerden devam edelim. Yazımın ilk bölümünü özetlemem gerekirse, Anadolu yakasında geçirdiğim ilk gün kısaca anlatmaya çalışmıştım.

 İkinci güne “17 MART 2013” Çanakkale İskelesi’nin her iki yanında sahil boyunca uzanan lokantalar ve kafelerden birinde kahvaltıyla başladık. Hem dinlenmek hem de boğazdan geçen gemileri seyretmek burada inanılmaz keyifli. 

Kahvaltıdan sonra Tarihi Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkını ziyaret etmek için yola koyulduk. Tarihi Yarımada çok büyük ve geniş bir alan olduğu için aracınız olmadan gezmeniz maalesef mümkün değil. Bu bakımdan aracımıza atlayıp sabah 07.30 da Elli yedinci Alay feribotu ile Eceabat’a doğru yola çıktık. 

Feribota binerken bizi bir sürprizin beklediğinden habersizdik. Feribot daha yeni dolmaya başlamıştı ki, büyük bir uğultu ve siren sesi ile irkildim. Aklıma ilk gelen mülki erkândan birilerini geldiği oldu fakat filmlerde bile görmediğim kadar fazla ve çeşitlilikte motosiklet geliyordu. Bir anda etrafımızı onlarca motosiklet sardı. Dikkatle ve hayretle izlediğim bu grup Türk Chopper MK grubuydu. Biz, daha üç beş kişi bir araya gelip herhangi bir organizasyonu başaramazken Yurdun dört bir tarafından 18 Mart’ta tarihi bir borcunu yerine getirmek için o kadar insan bir araya gelmiş ve akın akın Gelibolu’ya geçmekte idi. Ayaküstü sohbetimizde Ankara’dan Adana’ya, İzmir’den Antalya’ya kadar birçok motor tutkunu ile tanışma fırsatı bulduk.

Yaklaşık 15-20 dakika süren bu seyahatin sonrasında Eceabat iskelesine ulaştık. O süre nasıl geçti anlamadım. 

Bu noktadan sonra başlayacak olan gezi notlarımda yaşadığım duyguları size nasıl anlatacağımı bilemiyorum. İlk olarak şunu söylemek isterim ki, Gelibolu Yarımadasına adım attığım anda tüylerim diken diken oldu, nedendir bilmem gözlerim doldu, kanım buz kesti. Hâlbuki daha hiçbir yeri gezmemiş, hiçbir Şehitlik görmemiş, hiçbir mevziiye gitmemiştim. Etrafım da sadece restoranlar ve oteller vardı. 

Kendime olanlar karşısında hayretler içerisinde kalmıştım. Demek Ecdadın yattığı bu topraklara adım atmak, onları hatırlamak, o havayı teneffüs etmek, kendi adıma ASLINA DÖNMEK buymuş. Allah hepimize nasip etsin. 

İlk durak Seyit onbaşı anıtı. Bataryalar ve top mevzileri. Birçok kez birçok kişiden dinlediğimiz Seyit onbaşının kahramanlığının geçtiği yer. Halen yerinde duran o topu görmek, birebir aynı ölçüde yapılmış olan Seyit onbaşının sırtında o dev top mermisi ile duran heykeli bir anda sizi 98 yıl geriye götürüyor. Hayal ediyorum, bir anda olduğum yere yığılıp o anları yaşıyorum.

“Sene 1915 düşman gemileri boğazdan geçmeye Vatan’a, Toprağa, Namusa göz dikmeye çalışıyor ama ne mümkün. Ecdat buna izin verir mi? Her bir Mehmetçik, her bir Vatan evladı Aslan olup, Kartal olup mermi olup, ateş olup yağıyor düşmanın kalbine yüzlerce kiloluk mermiler tüy oluyor Mehmetçiğin ellerinde. Her patlayan düşman topunda yanı başında Şehit olan arkadaşını, kardeşini görmüyor Mehmetçik, Vatan’ın aslanları koşuyor düşünmeden onun yerine. Allah’ım bu nasıl bir inançtır, nasıl bir biat, nasıl bir aşktır…”

Kendimi toparlayıp yoluma devam ettim. Namazgâh tabyaları müzesi, İsimsiz yüzbaşı şehitliği, Soğanlı dere şehitliği, adım attığınız yer Şehitlik aldığınız nefes Şehadet getiren Ecdadın son nefesi. Bu duyguların tarifi yok. Her ziyaret ettiğiniz şehitlik, bir öncekini unutturacak kahramanlıklarla dolu. Her şehitlik bir tarih, her adım bir destan. 

Arada yazılacak, anlatılacak sayısız yer ve destan var. Ama bunları yazarken ne tükenmeyecek kalem ne de yazılanları alacak sayfalar mümkün değil.

Ziyarete Çanakkale Şehitler Abidesi’nden devam edeyim. Abideyi görmeye cam Şehitlikler içerisinden, çam ağaçları ile örülü bir yol ile ulaşıyorsunuz. Burada ki o manevi havayı almamanız mümkün değil. Bu arada ben halen kendimde değilim. Adım adım o tarihi yaşıyor ve Ecdadımım önünde saygıyla ve minnetle eğilmeye devam ediyorum. Anıt tüm ÇANAKKALE Şehitleri adına dikilmiş. Üniversite gençliğinin ön ayak olmasıyla, bütün Türk Milletinin yardımıyla yapılmış. 

Anıtların en görkemlisi  Anıt 41,7 m. yüksekliğinde. Temeli 19 NİSAN 1954’te atılmış. 21 AĞUSTOS 1960 tarihinde açılmış. Bahçesindeki bayrak direği 25 metre yükseklikte, yekpare bronz, Anıtkabir’dekinin eşiymiş. Amerika’da yaşayan soydaşımız Nazmi CELAL “William JOHNSON olarak da biliniyor” tarafından hediye edilmiş. İlk bölümde bahsettiğim Teğmen kardeşim Enes yanımda ve benim bende olmadığımın farkında. Bir ara ortadan kayboldu, geldiğinde “abi seni özel bir yere götüreceğim” dedi. Daha ne olabilir ki derken bir de baktım ki abidenin içerisinden yukarı doğru çıkmaktayız. Aman Allah’ım çatıdayız. O harp alanı, o destanın yazıldığı topraklar tüm ihtişamı ile karşımızda duruyor. Bir sağa bir sola bakıyorum, inanılmaz bir manzara. Hani insan bazen der ya, istediği yerli yersiz bir zamanda başına geldiğinde ”Keşke başka bir şey dileseydim diye” işte ben o an bu sözü söylemedim…  O kadar merdiveni tırmanmak, o insanı uçuracak rüzgârı tüm vücudunda hissetmek ve o kadar yüksekten aşağıyı izlemek bana o gün içerisinde verilebilecek en büyük hediyelerden biriydi. O an anladım hiçbir şeyin sebepsiz olmadığını, o an anladım bir şeyi kalpten istediğinizde gerçekleştiğini ve o an anladım ki bu vatan Şehit kanları üzerinde kurulmuş gerçek Vatanseverler tarafından yaşamına devam etmekte… 

Son olarak 57. Alay Şehitliğinden bahsedeceğim. Çanakkale’yi denizden geçemeyeceğini anlayan düşman kuvvetleri 25 Nisan 1915 günü Gelibolu yarımadasına çıkartma yaparak kara savaşını başlatmışlardı. 25-26 Nisan 1915 tarihlerinde Arıburnu’nda karaya çıkıp Conkbayırı’na ilerleyen düşman kuvvetleri, 19. Tümen Komutanı Kurmay Yzb. Mustafa Kemal’in 25 Nisan günü verdiği emir olan;

“Ben size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum.Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir” emrini uygulayan Türk birliklerince durduruldu. 

Bu birliklerden biride Yarbay Hüseyin Avni Bey’in komutasındaki 57. Alay’dı. 57. Alay’ın başta komutanları olmak üzere 628 kişilik mevcudunun tamamı 25-28 Nisan 1915 tarihleri arasında şehit düşmüştü. Şehitliğin girişinde Mustafa Kemal’in Bomba Sırtı muharebesinde söylediği o veciz sözleri karşılıyor sizleri.

“Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtıvak’asını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuranı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.” 

628 şehit, 628 Vatan evladı gözlerini bile kırpmadı. Yürüdüler Cennet kapısına kardeşleri ile birlikte. Ne mutlu ki onlara, Ne mutlu ki bıraktıkları mirasa, destana, ne mutlu ki Ecdadına sahip çıkıp anlayana, ne mutlu ki 

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ kuranlara, 

NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE…

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.