Türk milletinin tarihe mal ettiği destanlardan biri de Çanakkale Destanı’dır. Göğün ölüm indirdiği, yerin ölü püskürttüğü an;
Çanakkale’de yazılan destan…
Birinci Dünya Savaşı’nda emsalsiz yiğitlerimizin ispatı ile cihanı hayrette bırakan Çanakkale Zaferi başlı başına gerçek bir iman, eşsiz bir selamet destanıdır.
Çanakkale’nin Türk zaferler tarihi içerisinde ayrı ve önemli bir yeri vardır. Çanakkale Zaferi Birinci Dünya Savaşında İtilaf Kuvvetleri’nin Çanakkale Boğazı’nda Türk Ordusu’na yenilerek çekilmesiyle sonuçlanan en büyük zaferdir.
‘’Tarihini bilmeyenlerin coğrafyasını başkaları çizer’’ sözü herhalde Çanakkale savaşlarıyla uyuştuğu kadar başka hiçbir olayla uyuşmaz. Türk milleti bunun acı tecrübelerini defalarca yaşamış ama Çanakkale savaşı ile bu kötü kaderi bir daha yaşamamak üzere tarihe gömmüştür.
Çanakkale bir muharebe, bir destan, bir tarihtir; ama bütün bunlardan önce bir irade ve bir inançtır. Toprağın vatan yapılışının, bu vatan için can vermenin, en güzel örneklerini orada görürüz. İmanın küfre galebe çalışanın, mananın maddeyi mağlup edişinin en son ve canlı örneğidir Çanakkale.
Çanakkale’yi her Türk iyi bilmeli ve anlamalıdır. Çanakkale’yi bilmeyenler ne Türk’ü ne de İslam’ı anlayabilirler. Bugün bu topraklarda yaşayan dirilerin Çanakkale’de ölen şehitlere çok şey borçlu olduklarını unutmamaları gerekir! Zırhlı gemileri, topları, tüfekleri, uçakları sayısız askerleri, bitip tükenmeyen hazineleri ile maddi yönden çok güçlü olan devletler Cennet vatanımıza saldırmış; Osmanlı Devleti’nin ve milletimizin kalesi demek olan İstanbul’u ele geçirmek için Çanakkale Boğazı, Saroz Körfezi, Gelibolu Yarımadası ve Trakya’yı işgale başlamışlardı. Boğazların işgal edilmesi, İstanbul’un elden çıkması yüce milletimizin sonu demekti. Türk milleti topyekün canını verir ama 500 yıllık başşehrini -güzel İstanbul’u- veremezdi. İşte bu sebeple Anadolu şahlandı ‘’Vatan sevgisi imandandır.’’ Sözü bir kere daha iman dolu göğüsleri tutuşturuyordu. Canını, malını, maddi-manevi bütün varlığını; vatanına, dinine ve milletine adamış insanlar saflaşıyordu. Bölük tabur; tabur alay; alay tümen oluyor, ordulaşıyordu. Çanakkale Boğazı’nda meydana gelen savaş, tarihin kaydettiği en büyük savaşlardan biridir. Çehreleri, renkleri, dilleri ve ırkları değişik; çeşitli milletlerden oluşan insan selini andıran ordular milletimizin üstüne yürümüş, Mehmetçiğin göğsüne bomba ve mermi şimşekleri yağdırmıştır. Yerin altından binlerce dinamit fışkırmış, gökler ölüm indirmiş, yerler ölü püskürtmüştür. Gelibolu Yarımadası’nın sırtlarına, derelerine, vadilerine ve ovalarına sağanak sağanak kafa, göz, gövde, kol ve diğer uzuvlar dökülmüştür. Tayyareler ağır toplarla donatılmış, zırhlı gemiler gülle ve mermi yağdırmıştır. İşte bütün bu yakıcı, yıkıcı, öldürücü silahlar karşısında ordulaşan milletimizin bir tek dayanağı vardı: o da İman.
Kahraman Mehmetçiklerimiz bu öldürücü silahların tehdidine karşı İman dolu göğsüne siper etmiş bir gül bahçesine gidercesine, vatan uğrunda ölüp şehit olmayı şeref bilmiştir. Onların göğsündeki kat kat İman alınır bir kale değildi. Düşmanın gülleleri, mermileri, aslan neferlerimizin göğsünde sönmüş; Çanakkale Boğazı, Saroz Körfezi, Conk Bayırı, Arı Burnu düşmanlara mezar olmuştur. İşte bu kadar kuvvetli bir imana sahip, vatan için ölüme gülerek giden, iman abidelerinin karşısındaki düşman, ne olursa olsun elbette eriyecek, yok olacaktı ve öyle de oldu.
Boğazdan tek bir düşman askeri bile geçemedi. Çünkü dünyada o zamana kadar üstün kuvvetleri karşısında Mehmetçiklerin azimleri ve sebatları gevşememiş, yılgınlık gösterip düşmana yüz çevirmemişlerdir. Çanakkale’ye üstün teknik ve silah gücüyle zafer için gelen emperyalistler 18 Mart 1915’te unutamayacakları ağır bir yenilginin acısını yaşadılar.
Seddülbahir, Kilidbahir, Alçıtepe, Anafartalar 18 Mart’tan sonra bir toprak parçasının adı değildir artık. Buralar saldırganlıkların 400 bin ölü bırakarak kaçtığı üstün tekniğin iman gücü karşısında yıkılışının sembolleştiği bir coğrafya parçasının adı olmuştur.
İtilaf Devletleri’nin yenilgisi ile sonuçlanan Çanakkale savaşları, I. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirip uzamasına sebep olduğu gibi Çarlık Rusya’sının çöküşünü de hazırlamış ve İngiltere’de hükümet değişikliğine yol açmıştır. Türk milleti bu savaşta çok sayıda yetişmiş insanını kaybetmesine rağmen kendisine has bir kahramanlık örneği sergileyen ordusu sayesinde Balkan Savaşı’ndan kalma ezikliği üstünden atarak büyük bir askeri başarı kazanmıştır. Bu zafer bütün İslam dünyası ve ezilmiş milletler için yeni bir ışık olmuştur. Çanakkale savaşları bütün dünyada olduğu gibi genç Türkiye Cumhuriyeti’nde de derin etkiler bırakmıştır. Kim bilir böyle bir savaş olmasaydı yetiştirilen binlerce gencimiz şehit düşmeyecek, yeni kurduğumuz Cumhuriyetimizin temelleri çok daha muazzam bir beyin gücü üzerinde yükselecekti. Çanakkale’de ne evlatlar kaybetmiş ne acılar görmüştü bu yorgun millet! Bu savaşta nice yiğitler şehit olmuş, nice eli kınalı gelinler dul kalmış, nice al yazmalı, gözü yaşlı Anadolu anası duyanları köz gibi dağlayan ağıtlar yakmış; insanlar ocak başı sohbetlerinde, köy kahvelerinde saatlerce hatta günlerce bu savaştan bahsetmiş, şairler şiirler yazmış, paşalar hatıralarıyla ağlamışlardır. Bu öylesine ‘milli bir yara’dır ki bu milletin çocukları ne zaman Çanakkale Marşı’nı işitseler- Çanakkale içinde vurdular beni, ölmeden mezara koydular beni… -sözlerini duyar duymaz ruhları irkilir, o günlerin metafizik koridorlarında adeta kaybolur, dipsiz zamanlara doğru dalıp giderler. Çanakkale tarih içinde Türk milletinin kaderinin belli olduğu, kaderinin çizildiği bir dönüm noktasıdır. 253 bin şahidin kanıyla sulanan, her bir metrekaresinde yedi ton çeliğin düştüğü bu vatan topraklarını, Çanakkale’yi, Gelibolu’yu mutlaka görmeli, bunu yapamıyorsak da çocuklarımıza bu destanı en ince ayrıntılarına kadar okutmalı ve anlatmalıyız.
Çanakkale Zaferi eşi olmayan insanlık tarihinin en büyük destanlarından birisidir. Sevgili dostlar! Çanakkale Harbi’nin dehşetli günlerinden birinde Tayyar Paşa’mız; ordunun içinde sesi güzel ne kadar asker varsa sabah namazından önce hep bir ağızdan ezan okumaları emrini verdi. Emri alan onlarca asker şafak kızıllığı ile birlikte, davudi sedalarıyla Olahuti nağmeleri Çanakkale’nin kanla karışık soğuk sularına kadar dinletirler. Çok geçmeden düşman mevzilerinden taşa sarılmış bir mesaj gelir, açıp bakarlar Farsça yazılmış bir not: Biz Hindistanlı Müslüman askerleriz, İngilizler bize Almanlara karşı Osmanlı’nın yanında savaşacağımızı söylediler; fakat biraz önce bir ezan sesi duyduk. Siz kimsiniz? Mehmetçiğin kanı donar adeta. Tarih kandırılmışlığın böylesine pek az şahit olmuştur. Hemen cevap verilir: Burası Osmanlı payitahtının kapısı bizler de Osmanlı askerleriyiz.
Evet! Sevgili okurlarım aynı Allah’a (c.c.) inanan, aynı kıbleye yönelen nice din kardeşimiz İngilizler tarafından işte böyle kandırılmış, dünyanın öbür ucundan karşımıza getirilerek kardeşi kardeşe kırdırmak için kullanılmaya çalışılmıştı.
Sevgili dostlar zaferlerle dolu şanlı tarihimizin bir başka sayfasında buluşmak dileğiyle, esen kalın.