04 Mar
04Mar

Zenginden fakire, Dünya’nın dört bir yanında her evde bulunan, muhabbetlerimizin ayrılmaz parçası, atalarımızdan miras, keyifli mi keyifli bir içecek; kahve…

Kahveye olan ilgim ve bunun sonucunda aldığım barista eğitimi bugün kahve hakkında konuşabilecek bir şeylere sahip olmamı sağlamıştır. Bildiklerimi de, metropol dergisinin her sayısında, kahvenin öyküsü bölümü altında sizlerle paylaşacağım. Bu sayıda, ilk yazımız olması sebebiyle, kahvenin geçmişinden bahsedelim... Günümüzde her evin demir başı, elimizden düşürmediğimiz kahve nerden gelmiş? Kim keşfetmiş?

Bir Keçi Masalı 

Kahvenin geçmişi, MS 850 yılına dayanır. Her şey, Kaldi adında, Etiyopyalı bir sığırtmacın, keçilerinin bir meyveyi yedikten sonra canlanmalarını fark etmesiyle başlar. Kendisi de bu meyveyi denemeye karar verir ve yedikten sonra duyduğu güç ve mutluluk hoşuna gider. Kahve tohumunun ünü, kısa süre içinde bölgede yayılır. MS 1000 yıllarında kahve Yemen’de üretilmeye başlanır.


Osmanlı İmparatorluğu’nun kahveyle tanışması

Osmanlı imparatorluğu yükselişiyle sınırlarını genişletmiş, Yemen’e ulaşmıştır. Yemen’de kahveyle tanışılmasıyla, bu güzel enerji veren madde Anadolu’ya getirilmiştir. 1550 yılında , ilk kahvehanenin İstanbul’da açılmasıyla, kahve artık bir muhabbet aracı olmuş, insanları bir araya getiren önemli bir etken haline gelmiştir.

Kahvenin Osmanlı İmparatorluğu’na ulaşmasıyla, Venedikli tacirler 1600’lü yıllarda ilk kahve tohumlarını Osmanlı’dan Venedik’e götürmüşlerdir. Böylelikle İtalyanlar vazgeçemedikleri bu lezzete Osmanlı İmparatorluğu sayesinde ulaşmış oldular.

Kahvenin Osmanlı İmparatorluğu’na ulaşmasıyla, Venedikli tacirler 1600’lü yıllarda ilk kahve tohumlarını Osmanlı’dan Venedik’e götürmüşlerdir. Böylelikle İtalyanlar vazgeçemedikleri bu lezzete Osmanlı İmparatorluğu sayesinde ulaşmış oldular.


“Şeytan kadar kara, cehennem kadar sıcak, melek kadar saf, aşk kadar tatlı…”


1683’deki Viyana Kuşatması sonrasında, Osmanlılar arkalarında çuvallarca kahve bırakmak zorunda kalmışlardır.  Viyanalılar en başta bunun deve yemi olduğunu düşünseler de, gizli ajanlar sayesinde ne olduğu anlaşılmıştır. Kahve o bölgede “Türk İçkisi” olarak nam salmaya başlamış, o sıralarda Viyana’da görevli olan Fransız devlet bakanı Talleyrand  kahve için; “ şeytan kadar kara, cehennem kadar sıcak, melek kadar saf, aşk kadar tatlı” tanımını yapmıştır.


1750 yılına dek, Batı Avrupa’nın büyük bir bölümü kahvehanelerle dolup taşmaya başladı. Yazarların, bestecilerin ve aydın kesimin toplanma yeri olan kahvehanelerin müdavimleri arasında Voltaire, Balzac, Beethoven ve Mozart sayılabilirdi.


Kahvenin Avrupa’da yayılması, yetiştirilmeye başlanması, sömürgecilik dönemi ve 1700’lü yılların sonlarında Fransız kolonilerinin göçleriyle, yanlarında götürdükleri tohumlarla Amerika kıtası da kahveyle tanışmış oldu.


Önümüzdeki sayıda, kahvenin günümüzdeki durumunu, üretildiği yerleri ve en kaliteli kahve çekirdeklerini sizlerle paylaşacağım. Hepinize kahve tadında günler dilerim…

Kahvenin yolculuğu devam ediyor…


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.