Umarım bir önceki sayının üzerinden geçen 2 aydan sonra beni özlemişsinizdir. Son iki aydır tam bir tatil modundaydım… Bu iki ayın biri tatil hayali, diğeri de tatille geçti ve işte yine güzel anılarla geçen tatilde sizler için aldığım notlardan “ Baltık Anıları” …
Avrupa iklimini iyi bilmeme rağmen nedendir bilinmez ki sadece bizim yazımıza göre hazırladığım bavulumla Air Baltic – Riga uçağındayım. Uzun zamandır planladığım ancak hayata geçirmekte hayli zaman geçirdiğim yolculuğumun ilk durağı olan Riga’ya, üç saatlik bir yolculuğun ardından nihayet varıyorum. Hiç şaşırmadığım kapalı bir hava karşılıyor bizi… Gezi programıma göre gezeceğim ilk şehir, Neris nehri kenarında 1323 yılında Gediminas tarafından kurulan Vilnius… Litvanya’nın başkenti olan bu güzel şehir gerçekten görülmeye değer ancak aklımda esas kalan ise, Vilnius’un 29 km uzağında bulunan Trakai, 15.yy’da Galve Gölü’nün ortasındaki bir yarımadaya inşa edilmiş Trakai Kalesi beni gerçekten çok etkiledi. Göllerin, tepelerin ve ormanların arasında bir doğa harikası Trakai, Karaites olarak adlandırılan bir Musevi Türk etnik grubunun da evi olarak kabul ediliyor. Bugün Trakai’de yaşayan ve yaklaşık 300 kişi kalan bu etnik grup, Litvanya’ya 14. yy’da Crimea’dan Dük Vytautas’ın savaşçısı olarak getirilmiş. Burada ayrıca bir grup Tatar Türk’ü de yerel halk olarak bulunuyor. Yani anlayacağınız burada da atalarımızı bulduk. Hatta bize ısrarla yememizi tavsiye ettikleri “ Kıbın “ adlı Türk Yemeğini görünce yüzümüzde bir tebessüm oluşuyor… Bildiğimizi Eskişehir’in çiğ böreği!
Bir Hafta Sonu Letonya’ya gidebilirsiniz, yol çok uzun değil ve ben size burayı bir hafta sonu tatili için kesinlikle tavsiye ederim (Schengen vizesi gerekiyor). Yazın gideceklere, bembeyaz kumsalları ve orman içerisinde yer alan ağaç evleriyle dolu Jurmala’yı tavsiye ediyorum. Temiz ve çam kokulu havası, şifalı suları ve Baltık ülkelerinin en ünlü SPA otelleriyle herkesin ilgisini çeken bir yer Jurmala... Eh! Daha ne olsun?
Riga’nın merkezi Old Town’da birçok gece kulübü var, özellikle Kalkuiela denen kısmında bu barlar turistler tarafından çok rağbet görüyor. Burası için yazılan bir yazı ilgimi çekti. Bekâr beyler bu söyleyeceklerime dikkat edin, yazıya göre başka barda erkeklerle tanışan bayanlar; “Burada sıkıldım, Old Town’da ki barlara gidelim” diyerek insanları buraya getiriyormuş. Bu tuzağa düşerseniz gittiğiniz yerde tabiri caizse ameliyat ediliyorsunuz. Bence Riga oldukça emniyetli bir yer ama bahsettiğim tarzdaki olayların çok daha fazlasına Türkiye’de de rastlamıyor değiliz. Yine de güvercin tedirginliğine gerek yok çünkü kendinizi gerçekten çok rahat hissedeceğiniz bir yer burası.
Sonraki durağım, en iyi korunmuş ortaçağ şehirlerinden biri kabul edilen Tallinn… UNESCO’nun “Dünya Mirası” olarak koruma altına aldığı ve şehrin karakteristik özelliklerini taşıyan tarihi yapılar Kendinizi ortaçağda hissetmenize neden oluyor. Toompea Tepesi’nden şehrin panoramik fotoğraflarını çekiyorum ve bir yandan da nasıl olur da yüzyıllarca korunur bu yapılar diyorum… Ortaçağ kıyafetli sokak satıcıları, garsonlar şehrin mimarisiyle tam bir uyum içinde. Bu arada yazımın başında buraların havasına değinmiştim kısaca… Maalesef buradan kazak ve mont almak zorunda kalıyorum, o kadar soğuk bizim için! Mağazada benimle ilgilenen görevli Türk olduğumu duyunca: “Biz bunları sizden alıyoruz, sizde buradan alışveriş mi yapıyorsunuz” diye gülüyor bana, haksız da sayılmaz hani…
Sözün özü sizlere en kısa zamanda buralara gitmeyi şiddetle öneriyorum… Memnuniyet garanti desem yalan olmaz galiba! Tabi kültürel bir gezi planınız varsa…