Zamanın elimden çaldığı en güzel şeydi var olmak. Solukları ciğerlerimde duymak, gülüşleri dudaklarımda yaşamak… Denizi tuzundan çalmaktı, olmak. Yağmuru üşütmek gibiydi, güneşi yakmak. Ardından gelince gidişler… Güneşte donmak gibiydi, yağmurda sel olup akmak. Tırnaklarımın ucunu yalayan toz gibiydi, gitmek. Üflesem uçacak, bıraksan boğazımı yakacak. Denizin tuzundan ziyade, gözlerimin yağmurları, boğazıma oturacak; iklim gibi, dört mevsim… İlkbaharda dökecek yaprakları, sonbaharda güneşe ağlayacak. Yaprak çıtırtısı iki kuru gürültü misali kalacak, usulca… Gitmek, bu kez kalanı kendiyle bırakacak. Canını canıyla sıkacak, gözleri bakamayışlarla dolduracak. Kaldırımlarda adımlar boğulacak. Daldaki çiçek kendini toprağa bırakacak, yaprak yalnız solacak…
Kalmak ne kadar çoksa, gitmek o kadar az kalacak. Kalmak, tek kişilik kalabalıksa; gitmek çok kişilik yalnızlık olacak. Perdenin ardındaki mavilik dolanacak, defter yaprağının arasında rutubet olacak.
Kalmak, nasıl ki gölgeye arkadaşsa; gitmek gölgeye güneş gibi düşman olacak. Kalmak, dar zamanda yelkovanın peşinde koşan akrepse; gitmek akrebe vurulan dizginler gibi ağır olacak. Zaman ağır ağır geçtikçe, sen hızlı hızlı koşacaksın.
Zaman, an gelip sana yabancı kesilince; sen, sensizlikten sana başkası kalacaksın. Ve şimdi kalmak, sende tanınmamış bir ben gibiyse; gitmek, bende bir hiç kimse…